Abdülhak Hamid Nedir?
Abdülhak Hamid Nedir?, Abdülhak Hamid Nerededir?, Abdülhak Hamid Hakkında Bilgi?, Abdülhak Hamid Analizi? Abdülhak Hamid ilgili Abdülhak Hamid ile ilgili bilgileri sitemizde bulabilirsiniz. Abdülhak Hamid ile ilgili daha detaylı bilgi almak ve iletişime geçmek için sayfamıza tıklayabilirsiniz. Abdülhak Hamid Ne Anlama Gelir Abdülhak Hamid Anlamı Abdülhak Hamid Nedir Abdülhak Hamid Ne Anlam Taşır Abdülhak Hamid Neye İşarettir Abdülhak Hamid Tabiri Abdülhak Hamid Yorumu
Abdülhak Hamid Kelimesi
Lütfen Abdülhak Hamid Kelimesi İle ilgili Daha Fazla Bilgi Almak İçin Kategoriler Sayfamıza Bakınız. Abdülhak Hamid İlgili Sözlük Kelimeler Listesi Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı? Abdülhak Hamid Ne Demek? ,Abdülhak Hamid Ne Demektir? Abdülhak Hamid Ne Demektir? Abdülhak Hamid Analizi? , Abdülhak Hamid Anlamı Nedir?,Abdülhak Hamid Ne Demektir? , Abdülhak Hamid Açıklaması Nedir? ,Abdülhak Hamid Cevabı Nedir?,Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı?,Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı Nedir? ,Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı Ne demek?,Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı Ne demektir?
Abdülhak Hamid Bu Kelimeyi Kediniz Aradınız Ve Bulamadınız
Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı Nedir? Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı Ne demek? , Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı Ne demektir?
Demek Ne Demek, Nedir? Tdk'ye Göre Anlamı
Demek kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir. TDK'ye göre, demek kelimesi anlamı şu şekildedir:
Söylemek, söz söylemek - Ad vermek - Bir dilde karşılığı olmak - Herhangi bir ses çıkarmak - Herhangi bir kanıya, yargıya varmak - Düşünmek - Oranlamak - Ummak, - Erişmek - Bir işe kalkışmak, yeltenmek - Saymak, kabul etmek - bir şey anlamına gelmek - öyle mi, - yani, anlaşılan - inanılmayan, beklenmeyen durumlarda kullanılan pekiştirme veya şaşma sözü
Abdülhak Hamid Bu Kelimeyi Kediniz Aradınız Ve Bulamadığınız İçin Boş Safyadır
Demek Kelimesi Cümle İçerisinde Kullanımı
Eskilerin dediği gibi beşer, şaşar. - Muşmulaya döngel de derler.
Kamer `ay` demektir. - Küt dedi, düştü. - Bu işe herkes ne der? - Güzellik desen onda, zenginlik desen onda. - Bundan sonra gelir mi dersin? - Saat yedi dedi mi uyanırım. - Kımıldanayım deme, kurşunu yersin. Ağzını açayım deme, çok fena olursun. - Yarım milyon dediğin nedir? - Okuryazar olmak adam olmak demek değildir. - Vay! Beni kovuyorsun demek, pekâlâ! Abdülhak Hamid - Demek gideceksin.
Demek Kelimesi Kullanılan Atasözü Ve Deyimler
- dediği çıkmak - dediğinden (dışarı) çıkmak - dediğine gelmek
- dedi mi - deme! - demediğini bırakmamak (veya koymamak) - deme gitsin - demek istemek , - demek ki (veya demek oluyor ki) , - demek olmak , - dememek - der oğlu der - deyip de geçmemek - diyecek yok - dediği çıkmak , {buraya- - dediğinden (dışarı) çıkmak - dediğine gelmek i, - dedi mi , {buraya- - deme! - demediğini bırakmamak (veya koymamak) - deme gitsin , - demek istemek - demek ki (veya demek oluyor ki) - demek olmak - dememek - der oğlu der - deyip de geçmemek - diyecek yok
Abdülhak Hamid
Abdülhak Hamid Nedir? Abdülhak Hamid Ne demek? , Abdülhak Hamid Kelimesi İle ilgili Daha Fazla Bilgi , Almak İçin Kategoriler Sayfamıza Bakınız. İlgili Sözlük Kelimeler Listesi
Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı? Abdülhak Hamid Ne Demek? Abdülhak Hamid Ne Demektir? ,Abdülhak Hamid Analizi? Abdülhak Hamid Anlamı Nedir? Abdülhak Hamid Ne Demektir?, Abdülhak Hamid Açıklaması Nedir? , Abdülhak Hamid Cevabı Nedir? , Abdülhak Hamid Kelimesinin Anlamı?
Abdülhak Hamit Tarhan | |
---|---|
Doğum | 2 Ocak 1852 Bebek, Beşiktaş, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu |
Ölüm | 12 Nisan 1937 (85 yaşında) Beşiktaş, İstanbul, Türkiye |
Defin yeri | Zincirlikuyu Mezarlığı, İstanbul |
Meslek | Şair, oyun yazarı |
Evlilik | Nelly Tarhan |
Ebeveyn(ler) | Hayrullah Efendi (Babası) Münteha Hanım (Annesi) |
Akraba(lar) | Abdülhâlik Nasuhi Bey (Abisi) Abdülhak Mihrünnisâ Hanım (Kardeşi) |
Abdülhak Hamit Tarhan (Osmanlıca: عبد الحق حامد; 2 Ocak 1852, Beşiktaş - 12 Nisan 1937, İstanbul), Türk şair, oyun yazarı ve diplomat.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ve Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yıllarında eserler vermiş, modern edebiyatın doğuşunda etkin bir isimdir.
Köklü ve eski bir ulema ailesinin ferdi olarak 2 Ocak 1852 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Hayatının her döneminde yüksek mevkilerde bulunarak, dünyanın birçok yerini görme fırsatı yakaladı ve çağının büyük ve güçlü bir sanatçısı sayılmıştır. Tanzimatı, Birinci ve İkinci Meşrutiyetleri ve Cumhuriyeti gören; bu devirlerdeki Tanzimat, Edebiyat-ı Cedide, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıyan sanatçı, Türk edebiyatında "Şair'i Azam" (Büyük Şair) sıfatı ile anılır (Bu sıfatı ilk kez Süleyman Nazif kullandı). Uzun seneler diplomat olarak hem doğu hem de batı ülkelerinde bulunması nedeniyle iki edebiyatı da tanımış; Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirirken; batı yazarlarından etkilenerek yazdığı oyunlarla Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Türk edebiyatının en büyük eserlerinden birisi kabul edilen Makber'in şairidir. TBMM III., IV. ve V. dönemlerde İstanbul Milletvekili olarak görev yapmıştır.
2 Ocak 1852’de İstanbul Bebek'teki Hekimbaşı Yalısı’nda köklü ve eski bir ulema ailesinin ferdi olarak dünyaya geldi. Babası, tarihçi ve diplomat Müverrih Hayrullah Efendi, annesi Kafkasya’dan kaçırılmış bir cariye olan Münteha Hanım’dır.[1] Ailenin dört çocuğundan üçüncüsüdür (Diğerleri sırasıyla Fatma Fahrünnisâ Hanım, Abdülhâlik Nasuhi Bey ve Mihrinnisâ Hanım’dır).
Bebek Köşk Kapısı’ndaki Mahalle Mektebi’nin ardından bir süre Rumelihisarı Rüştiyesi’ne devam etti, daha sonra evde özel dersler alarak yetişti. Kendisine özel ders veren hocalardan Hoca Tahsin Efendi'nin üzerinde büyük etkisi oldu.[1] 10 yaşındayken ağabeyi Nasuhi ile birlikte Paris’e Millî Eğitim Müsteşarı olarak eğitim sistemini inceleyen babasının yanına gönderildi ve eğitimine orada devam etti. 1864 yılında Paris'ten İstanbul'a döndü. Gördüğü tek düzenli tahsil, Paris’teki bir buçuk senelik tahsilidir. Yurda döndükten sonra Robert Kolej’e girdiyse de asıl öğrenimini evde özel hocalardan aldı. Henüz çocuk yaşta iken usul-adap öğrenmek için bir okul vazifesi gören Bab-ı Ali Tercüme Odası’nda kâtip olarak çalıştı. Bir yıl sonra babasının Tahran Büyükelçisi olarak atanması üzerine onunla birlikte Tahran’a gitti. Farsça öğrendi ve İran edebiyatını tanıma fırsatı buldu.
Babasının ölümü üzerine 1867’de İstanbul’a dönen Abdülhak Hamit, memuriyet hayatına Maliye ile Şûrâ-yı Devlet Mektubî Kalemleri'nde devam etti. Mektubî Kalemi'nde Ebüzziya Tevfik, Samipaşazade Sezai ve Baha Bey gibi devrin edebiyatçılarıyla arkadaşlık etme fırsatı buldu. 1873’te Recaizade Ekrem ile tanıştı ve yazarı "ikinci üstadı" olarak kabul etti (Birinci üstadı, dönemin genç yazarlarını etkisi altına alan Namık Kemal’dir). Bu arada Tahran hatıralarını anlatan Maceray-ı Aşk adlı ilk eserini yazdı.
1874 yılında Edirne'de ağabeyi Nasuhi Bey'in konağında Pirizade ailesinden on üç yaşındaki Fatma Hanım ile evlendi ve onunla beraber İstanbul’a döndü. Çiftin Abdülhak Hüseyin ve Hamide adında iki çocuğu oldu. Abdülhak Hamit, evliliğinin ilk yıllarında ilk şiirlerini yazdı. Ahmet Vefik Paşa, içinde atasözleri bulunan bir oyun yazmasını önermişti. Düğünden birkaç ay sonra onun öğüdüne uygun olarak Edirne'de Sabr ü Sebat adlı oyunu yazdı.[2] İçli Kız, Duhter-i Hindu, Garam, Sardanapal ve Nazife gibi eserleri bu dönemde verdi. Büyük bir üretkenlikle birbiri ardına çıkardığı kitapları geniş yankı buldu, ünü Osmanlı ülkesine yayıldı.
Hariciye mesleğini seçen ve 1876’da Paris Büyükelçiliği İkinci Kâtibi olarak Fransa’da görevlendirilen Abdülhak Hamit, eşini ve çocuğunu Edirne’de ağabeyinin evinde bırakıp görev yerine gitti. 2 yıl süre ile Paris’in eğlence dünyasında yaşadıklarını “Divaneliklerim yahut Belde” adıyla kitaplaştırdı. On yedi şiir içeren bu kitapta hayat ve gerçek dünyayı anlatması, Hamit’in şiire getirdiği yeniliktir. Paris yıllarında daha sonra Damat Ferit Paşa olarak tarih sahnesinde yerini alacak Ferit Bey ile arkadaşlık etmiştir.[1]
Abdülhak Hamit Paris’te iken gezip tozmanın yanı sıra; Jean Racine, Pierre Corneille, Victor Hugo, Alphonse de Lamartine ve Alfred de Musset gibi Fransız yazarlarını okudu, “Nesteren” ve “Tarık” oyunlarını yazdı. Corneille’in bir oyununa nazire olarak yazdığı “Nesteren”’in 1878’de Fransa’da yayınlanması sarayda kuşku uyandırdı. Biri halk tarafından sevilen diğeri sevilmeyen iki kardeş hükümdarın kavgasını anlatan bu eserin konusu, V. Murat ve II. Abdülhamit’in durumuna benzerlik gösterdiği için görevden alındı. Yeni bir göreve atanıncaya kadar geçen iki sene içinde Edirne’de yaşadı ve kendini edebiyata verdi. "Sahra”, “Tezer”, “Eşber” ve “Bir Sefilenin Hasbıhâli” adlı eserleri bu dönemde tamamlandı.
Bütün arzusu Paris’e gitmek olan Hamit, Berlin Sefareti'ne atandığından bundan memnun olmasa da Paris yoluyla Berlin’e gitmeye karar verdi; ancak bu arada ağabeyinin Rize’ye tayin olduğunu öğrenince karısının ve çocuklarının durumunu öğrenmek için İstanbul’a döndü. Bütün ailenin Nasuhi Bey ile Rize’ye gitmesine karar verilince onlarla birlikte gidip Batum, Kırım yolu ile Berlin’e gitmeyi düşündü. Yolda Kırım Savaşı’nın yapıldığı yerleri görme fırsatı buldu ve şehit Türk askerlerinin bir mezarı olmadığını görünce “Sivastapol Manzumesi”’ni kaleme aldı (Şiir, sonradan "İlham-ı Vatan" adını aldı).[1]
Odesa'da iken Berlin'e gitmekten vazgeçen Hamit, cinnet geçirdiğine dair Hariciye Nazırı'na bir telgraf çekip Rize'ye geri döndü; ardından ailesinden ayrılmak istemediği için görevinden istifa etti ve Poti Şehbenderliği'ni istedi. Rize'de iken en verimli dönemlerinden birini geçiren şair “İbn-i Musa” adlı eserini tamamladı.
1881'de Poti Şehbenderliği'ne (konsolosluğuna) atanan ama beğenmeyen Hamid, birkaç ay sonra Yunanistan’ın Golos şehrine atandı, burada karısı Fatma Hanım ile beraber üç yıl kaldı. 1883’te Bombay Konsolosluğu'na atandı. Hasta olan karısına havasının yarayacağını düşünerek bu görevi kabul etti. 3 yıl kaldığı Bombay’da doğanın güzellikleri coşkun şiirler için ilham verdi. Ancak Fatma Hanım’ın durumu iyileşmeyip verem teşhisi konulunca ailesi ile İstanbul’a doğru dönüş yoluna çıktı. Fatma Hanım, İstanbul’a varamadan Beyrut’ta vali olan Nasuhi Bey’in konağında hayatını kaybetti (1885). Şair, Beyrut’ta kaldığı kırk gün boyunca her gün Fatma Hanım’ın mezarını ziyaret etti ve ünlü şiiri “Makber”i yazdı. Makber’in yayımlanması ile ünü birden arttı, imparatorluk sınırlarını aştı. O güne kadar düz yazı alanındaki eserleriyle tanına Hamit, eşinin ölümünden sonra şairliği ile anılır oldu.
İstanbul'a döndüğünde kendisini edebiyata verdi; karısıyla ilgili “Ölü”, “Bunlar O'dur” ve “Hacle” eserlerini yayımladı ve Hindistan izlenimlerini kaleme aldı.
1886 sonunda yeni görev yeri olan Londra'ya giden Hamit, bu kenti çok sevdi ve Gayret dergisine birbiri ardına şiirler gönderdi. Yeniden evlenmeye karar veren ancak âşık olduğu İngiliz kızı ile Hamit'in gelirini düşük bulan asil ailesinin itirazı nedeniyle evlenemeyen şair, Elçilik'te çalışan İrlandalı bir hizmetçiye evlilik teklifi ettiğinde de sınıf farkı gerekçesiyle reddedilir. Bu dönemde kaleme aldığı "Finten" ve "Cünun-ı Aşk" adlı tiyatro eserlerinde para ve sınıf farkı meselelerini işledi.
“Finten” adlı eseri ile birlikte basılma izni almak üzere İstanbul’a gönderdiği “Zeynep” adlı oyununda, “devlet ve hanedanla eğlendiği” sonucuna varıldığı için görevinden alınan Hamit, İstanbul’a döndü. Bir süre boşta kaldıktan sonra II. Abdülhamit’e bir dilekçe yazıp edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine tekrar Londra’daki eski görevine dönebildi. Çok uzun süre kaldığı İngiltere’yi yarı vatan edindi. Memleketten uzakta bulunduğu yıllarda aile fertlerine ve dostlarına yazdığı mektupların bir kısmını kitap olarak yayımladı.
1890’da Bayan Nelly adlı İngiliz hanımla evlenen Hamit, 1895’te Lahey Elçiliği'ne atandı. 2 yıl sonra Londra Elçiliği Müsteşarı olarak yeniden Londra’ya döndü. Eşinin rahatsızlığı üzerine İstanbul’a döndü. 1900-1906 yıllarını İstanbul’da geçirdi. 1906’da Brüksel Büyükelçiliği'ne atandı, eşini İskoçya’daki ailesinin yanında bırakarak Brüksel’e gitti.
Vereme yakalanan eşini çok sevmesine rağmen başka kadınlarla birlikte olmaktan kendini alamayan Abdülhak Hamid, Florence Ashly ile birlikte yaşamaya başladı ve onu İstanbul’a getirdi. Eşinin durumu öğrenmesi üzerine onun yanına dönmek zorunda kaldı. Bayan Nelly’nin, 1911’de veremden ölmesinden sonra İstanbul’a döndü. Ölen eşi için “Medfen” adını vereceği “Makber”e benzer bir eser yazmayı düşündüyse de bu tasarısını gerçekleştiremedi.[2] Ailesinin önerisiyle üçüncü evliliğini 1911 yazında Cemile Hanım ile yaptı. Bu evlilik, 20 gün sürdü. Cemile Hanım’dan ayrılan Hamid, Brüksel’e döndü. 4 Ocak 1914 günü Meclis-i yan Üyeliği'ne atandı.
1912’de ağabeyi Nasuhi Bey’in ölümünün ardından Abdülhak Hamid’in işine son verildi. Hamid, aynı yıl 18 yaşındaki Belçikalı Bayan Lüsyen (Lucienne) ile evlendi ve onunla İstanbul’a döndü. Kendisine önerilen Maarif Nazırlığı görevini kabul etmedi. “Validem”, “İlhan” ve “Liberte” adlı eserlerini bastırdı. Meclis Ayan Üyeliği'ne getirilen ve bir süre sonra Meclis Başkanı olan Hamid, I. Dünya Savaşı sonunda eşi ile birlikte Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı, parasız günler geçirdi. Türkiye’de geniş yankılara yol açan “Şair-i Azam” adlı şiirini Tanin gazetesinde yayımladı.
Hamit, Şairi-i Azam şiirinin yayımlanmasının ardından Ankara Hükümeti'nin devreye girmesiyle İstanbul'a geldi. Kendisine Ankara Hükümeti tarafından maaş bağlandı ve Belediye tarafından İstanbul’da Maçka Palas’ta bir daire sağlandı. Bu dönemde Atatürk, düzenlediği yemeklerde[a], Tarih Kurumu ve Dil Kurumu toplantılarında kendisini ayağa kalkarak üstad olarak selamlamış, yer vermiş ve hürmet göstermiştir.[4]
Bu arada 1920’de eşi Lüsyen Hanım’dan dostça ayrılmıştı. Bir İtalyan kontu ile evlenen Lüsyen Hanım ile yazışmayı sürdürdü. 1922'de “Ruhlar”, 1923’te “Garam” ve 1924'te “Yabancı Dostlar”ı yayımlandı. 1925'te “Arziler” ile “Cünün-ı Aşk” basıldı; aynı yıl 73. doğum yıl dönümü Galatasaray Lisesi'nde Samipaşazade Sezai ile Halid Ziya'nın da bulunduğu bir törenle kutlandı.[2]
Eski eşi Lüsyen Hanım, 1927'de eşini ve kontes unvanını terk edip Hamit'e geri döndü. 1929 yılında gerçekleşen ara seçimde TBMM III. Dönem İstanbul Milletvekili olarak Meclis'e giren Hamit, IV. ve V. dönemlerde de İstanbul Milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
12 Nisan 1937'de Maçka Palas'ta 85 yaşında hayatını kaybetti. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle ulusal cenaze töreni düzenlenerek Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilen ilk kişi oldu.[5][6]
Commons'ta dosyalar | |
Vikisöz'de alıntılar |