İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir?

İlmiye Nedir?

İlmiye Nedir?, İlmiye Nerededir?, İlmiye Hakkında Bilgi?, İlmiye Analizi? İlmiye ilgili İlmiye ile ilgili bilgileri sitemizde bulabilirsiniz.  İlmiye ile ilgili daha detaylı bilgi almak ve iletişime geçmek için sayfamıza tıklayabilirsiniz. İlmiye Ne Anlama Gelir İlmiye Anlamı İlmiye Nedir İlmiye Ne Anlam Taşır İlmiye Neye İşarettir İlmiye Tabiri İlmiye Yorumu 

İlmiye Kelimesi

Lütfen İlmiye Kelimesi İle ilgili Daha Fazla Bilgi Almak İçin Kategoriler Sayfamıza Bakınız. İlmiye İlgili Sözlük Kelimeler Listesi İlmiye Kelimesinin Anlamı? İlmiye Ne Demek? ,İlmiye Ne Demektir? İlmiye Ne Demektir? İlmiye Analizi? , İlmiye Anlamı Nedir?,İlmiye Ne Demektir? , İlmiye Açıklaması Nedir? ,İlmiye Cevabı Nedir?,İlmiye Kelimesinin Anlamı?,İlmiye Kelimesinin Anlamı Nedir? ,İlmiye Kelimesinin Anlamı Ne demek?,İlmiye Kelimesinin Anlamı Ne demektir?

İlmiye Bu Kelimeyi Kediniz Aradınız Ve Bulamadınız

İlmiye Kelimesinin Anlamı Nedir? İlmiye Kelimesinin Anlamı Ne demek? , İlmiye Kelimesinin Anlamı Ne demektir?

Demek Ne Demek, Nedir? Tdk'ye Göre Anlamı

Demek kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir. TDK'ye göre, demek kelimesi anlamı şu şekildedir:

Söylemek, söz söylemek -  Ad vermek -  Bir dilde karşılığı olmak -  Herhangi bir ses çıkarmak -  Herhangi bir kanıya, yargıya varmak -  Düşünmek - Oranlamak  - Ummak, - Erişmek -  Bir işe kalkışmak, yeltenmek -  Saymak, kabul etmek -  bir şey anlamına gelmek -  öyle mi,  - yani, anlaşılan -  inanılmayan, beklenmeyen durumlarda kullanılan pekiştirme veya şaşma sözü

İlmiye Bu Kelimeyi Kediniz Aradınız Ve Bulamadığınız İçin Boş Safyadır

Demek Kelimesi Cümle İçerisinde Kullanımı

Eskilerin dediği gibi beşer, şaşar. -  Muşmulaya döngel de derler.

Kamer `ay` demektir. -  Küt dedi, düştü. -  Bu işe herkes ne der? -  Güzellik desen onda, zenginlik desen onda. -  Bundan sonra gelir mi dersin? -  Saat yedi dedi mi uyanırım. - Kımıldanayım deme, kurşunu yersin. Ağzını açayım deme, çok fena olursun. - Yarım milyon dediğin nedir? - Okuryazar olmak adam olmak demek değildir. -  Vay! Beni kovuyorsun demek, pekâlâ! İlmiye - Demek gideceksin.

Demek Kelimesi Kullanılan Atasözü Ve Deyimler

- dediği çıkmak - dediğinden (dışarı) çıkmak - dediğine gelmek

 - dedi mi - deme! - demediğini bırakmamak (veya koymamak) - deme gitsin  - demek istemek , - demek ki (veya demek oluyor ki) , - demek olmak , - dememek - der oğlu der - deyip de geçmemek - diyecek yok - dediği çıkmak , {buraya- - dediğinden (dışarı) çıkmak - dediğine gelmek i, - dedi mi , {buraya- - deme! - demediğini bırakmamak (veya koymamak) - deme gitsin , - demek istemek - demek ki (veya demek oluyor ki) - demek olmak - dememek - der oğlu der - deyip de geçmemek - diyecek yok

İlmiye

İlmiye Nedir? İlmiye Ne demek? , İlmiye Kelimesi İle ilgili Daha Fazla Bilgi , Almak İçin Kategoriler Sayfamıza Bakınız. İlgili Sözlük Kelimeler Listesi

İlmiye Kelimesinin Anlamı? İlmiye Ne Demek? İlmiye Ne Demektir? ,İlmiye Analizi? İlmiye Anlamı Nedir? İlmiye Ne Demektir?, İlmiye Açıklaması Nedir? , İlmiye Cevabı Nedir? , İlmiye Kelimesinin Anlamı?






İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir?

İlmiye

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Soldan sağa doğru- Baş Çuhadar, padişahın giyeceklerini muhafaza edip taşıyan; Dersvekili, şeyhülislam namına ders okutan; Şeyhülislam, ulema sınıfının başı ve müftü; Vekayici, resmi tarih yazarı (vakanüvis)

İlmiye (Osmanlı Türkçesi: علمیە), Osmanlı Devleti'ndeki başlıca dört enstitüden biri. Diğer üçü ise seyfiye, mülkiye ve kalemiyedir. Devlet kontrolünde örgütlü bir sınıf olan ve tepesinde Şeyhülislam'ın bulunduğu[1] ilmiyenin başlıca görevleri dini eğitim ve şeriatin doğru bir şekilde uygulanmasıdır.

Bu zümrenin görevleri adalet hizmetleri, eğitim ve yargı görevlerini kapsamaktadır. Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde ve Osmanlı'dan önceki İslam devletlerinde şeyhülislam resmi bir anlam ifade etmemiş, resmi kullanımı ilk olarak II. Mehmet döneminde olmuştur. Zamanla üst düzey yöneticilerin istismarıyla bilimsel özelliğini yitirmiş ve bu sınıfın önde gelenlerinin çocukları iyi mevkiilere gelir olmuştur. Niteliklerine bakılmaksızın aile üyelerinin atanması sonucunda, 18. yüzyılda artık ilmiye sınıfı tüm reformlara karşı çıkan, kendini yenilemekten uzak, gelişen bilim ve hukuk konusunda çağının gerisinde bir konuma gelmiştir.

Ehl-i şer' i[değiştir | kaynağı değiştir]

Ehl-i şer' i (Osmanlıcaأهل شرع); Osmanlılar’da askerî kelimesiyle ifade edilen ve Ehl-i şer'i ile ehl-i örf diye ikiye ayrılan yönetici zümreden kadılık, müftülük ve müderrislik gibi görevler yapan ilmiye ricâline verilen ad.

Osmanlı Devleti'nde adalet hizmetleri, eğitim ve yargı görevlerini ifa eden zümredir. Üç önemli görevleri şunlardır;

İslam devletlerinde ilmiye sınıfının ortaya çıkışı[değiştir | kaynağı değiştir]

Kur'an, hadis ve Arapça öğretimi ilk zamanlardan itibaren camilerde yapılmaktaydı. Kuruluşundan itibaren camilerde ders halkaları teşekkül etmeye başlamıştır. Bu manada camilere ilk eğitim müesseseleri de denilebilir. Müslümanların fethettikleri yerlerde inşa ettikleri camiler gerek ibadet merkezi gerekse eğitim kurumları olarak büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Zamanla fıkıh ve ilahiyat alanlarındaki gelişmeler neticesinde bu konularla ilgili dersler de camilerde okutulmaya başlanmıştır. Bu ilgi dallarının hepsinin bir arada okutulduğu camiler olduğu gibi birinin veya birkaçının bir arada okutulduğu camiler de vardı. Camilerde islamî ve lisanî bilimler dışında aklî bilimler de okutulurdu. Meselâ El-Ezher Camisi'nde tıp okutulduğundan bahsedilmektedir. Ancak felsefe camilere girememiştir. Bununla beraber İspanya'da okutulduğu ve yakalananların şiddetle cezalandırıldıkları bilinmektedir.[2]

Şii mezhebine mensup olanlar Darü'l İlimleri kurarken, Sünniler de medreseleri kurmuştur. Sünniler, her dört sünni mezhebi için ayrı ayrı medreseler kurdukları gibi, bunlardan birkaçının bir arada olduğu medreseler de kurmuşlardır. İslam Eğitim Tarihinde ilk medresenin nerede, ne zaman ve hangi şartlarda ortaya çıktığına dair kesin bir bilgi yoktur. Ancak medreselerin esas ortaya çıkış yerinin miladi 9. yüzyılın sonlarına doğru Horasan ve Türkistan bölgelerinin olduğu bilinmektedir. Bununla beraber şu ana kadar yapılan araştırmalar İslam dünyasındaki medreselerin her İslam ülkesinde farklı zamanlarda ve farklı şartlar altında doğduklarını da ortaya koymuştur. Medreseler, Türklerin İslam kültürüne kazandırmış oldukları genel öğretim müesseseleridir. Fıkıh okutmak için kurulmuşlardır.[2]

Orta Çağ İslâm dünyasındaki medreselerde, eğitim iki kısma ayrılırdı. Birinci kısımda matematik, astronomi, geometri, fizik, tıp, dil bilgisi ve felsefe tahsil edilirken; ikincisinde usûl, fıkıh, hadis, tefsir, kelam gibi dersler verilirdi. Medreselerdeki dersler konularına göre ihtisaslara ayrılırdı; Darül Hadis, Fıkıh, Tıp gibi. Bu medreselerden mezun olanlara, aldıkları eğitime göre meslek ruhsatı verilirdi. Hekimler ile cerrahların bu ruhsatı alabilmeleri için ayrı ayrı imtihanlardan geçmeleri gerekiyordu.[3]

İhtisaslaşma medreseleri[değiştir | kaynağı değiştir]

İslam dünyasında ihtisaslaşma için kurulmuş medreseler de görülmektedir. Bu tür medreseler genel olarak üç gruba ayrılabilir.

Darül Kurra[değiştir | kaynağı değiştir]

Hicri ikinci asrın başlarında, cami gibi yerlerde oluşturulan gruplarda kıraat ilmi tahsil edilmeye başlanmıştır. Bu çalışmalar birçok eserin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Bu eserler Kurra Halkaları, Darül Kur'an, Darül Huffaz ve Darül Kurra'ların ders programını meydana getirmiştir. Bu yerlerde ilm-i kıraat tahsil edilmiştir. Anadolu Selçuklu'larından önce Şam'da, Darül Kur'an adı ile Şeyh İbn Ömer ve İbnü'l Münca medreseleri vardı. Anadolu Selçukluları ve Karamanoğulları'nda bu kurumlar Darül Huffaz adını aldı. Yine Karamanoğulları ve Anadolu Selçukluları döneminde birçok Darül Huffaz medresesi kurulmuştur.[4]

Darül Hadis[değiştir | kaynağı değiştir]

Sadece hadis öğrenmek için kurulmuş kurumların ortaya çıkması ve Darül Hadis adıyla anılmaları miladi takvime göre 12. yüzyılda başlamıştır. Bundan önce hadis öğrenimi talebu'l ilm denilen seyyah alimler tarafından yapılmaktaydı. Önceleri tahsili camilerde yapılan hadis ilminin öğretimi için kurulan medreselerin ilki Halep Atabeyi Nureddin Zengi tarafından Şam'da inşa ettirilmiştir. Eyyubi sultanlarından Kamil Nasıruddin Muhammed'in 1225 yılında Kahire'de kurduğu Darül Hadis de ilk hadis enstitülerinden sayılmaktadır. Anadolu'da ilk defa Anadolu Selçuklu'ların veziri Sahip Ata tarafından 13. yüzyılın ikinci yarısında Konya'da yaptırılmıştır.[4]

Darüt Tıb[değiştir | kaynağı değiştir]

Tıp eğitimi ile tedavinin birlikte yürütüldüğü bu kurumlara zaman içinde Darüt Tıb, Darüş Şifa, Darül Merza, Darül Afiye, Maristan ve Bimaristan gibi adlar da verilmiştir. Bu kurumların ilk olarak teşkilatlanması Emevi Halifesi I. Velid tarafından 707'de Şam'da gerçekleştirilmiştir.[4]

Selçuklu dönemi[değiştir | kaynağı değiştir]

Anadolu'nun fethini müteakip bir taraftan iskân hareketleri vuku bulurken, diğer taraftan ele geçirilen veya yeni kurulan şehirlerde medreseler açılmaya başlamış ve böylece 13. ve 14. yüzyılda Orta Anadolu kentlerinde Selçuklu ve Karamanlı devlet adamlarınca çok sayıda medrese yaptırılmıştır.[5]

Selçuklular dönemine baktığımızda yükseköğretim kurumu olarak, bir Türk-İslam kurumu olarak medreseleri görmekteyiz. Bu medreseler içerisinde Nizamiye Medreseleri ayrı bir öneme sahiptir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu Veziri Nizamülmülk'ün 1068 yılında Bağdat'ta açmış olduğu "Nizamiye Medresesi" Türk yükseköğretim tarihinde yükseköğretim kurumu olarak önemli bir kurumdur. Nizamülmülk daha sonra Belh, Herat, İsfahan, Basra, Merv, Musul, Amul, Harcird, Buçenc, Rey medreselerini yaptırmıştır. Nizamülmülk medreselerinin başlıca amaçları; din adamı yetiştirmek, yoksul ve yetenekli öğrencileri okutup topluma kazandırmak, imparatorluğun yönetimi için memur yetiştirmek ve devlet adamlarını eğitmektir. Nizamiye medreselerinin bir başka amacı da Nizamülmülk'ün de belirttiği gibi bilginleri bir görev ve maaşla medreselere bağlayıp denetim altında tutmak ve böylece devlete karşı gizli hareketlere katılmaları ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Nizamiye Medreseleri esas olarak din, hukuk, dil ve müspet bilim öğretimi yapmışlardır.[6][7]

Bu dönemde medreseler devlet girişimi ve devlet parası ile yaptırılmıştır. "Nizamiye Medreseleri" adı genelde bu medreseleri anlatan bir ortak isimdir. Nizamülmülk'ün sağlığında kendinin kurdurduğu medreselerin hepsi ona bağlıydı, onun ölümünden sonra Sultan ve Halife'ye bağlanmıştır.[7]

Nizamiye medreseleri, "eğitimde şans ve fırsat eşitliği" gerçekleştirmeye çalışmıştır. O zamanlar yükseköğretim maddî problemi olmayan, kolayca kitap satın alabilen ve çeşitli yerlerde araştırma yapabilenlerin görebildiği bir eğitimdi. Devlet, medreseleri "yatılı ve burslu" bir eğitim kuruluşu haline getirmekle öğretimde imkân ve fırsat eşitliğini sağlama çalışmalarına girişmiş oluyordu. Selçuklu medreseleri müderris-öğrenci ilişkilerinde bir yenilik getirmemişti ama "öğrenci statüsü"nde bazı yenilikler getirmişti. Bu yenilikle, medrese öğrencilerinin büyük bir kısmının yatılı olması ve bu arada medrese vakfından burs alabilmeleridir.[6][7]

Gerek Selçuklular, gerekse bunun arkasından gelen Beylikler ve İlhanlılar zamanında Anadolu'da; Zengiler ve Eyyubiler devrinde Suriye ve Irak'ta olmak üzere Selçuklu geleneğinde birçok medreseler kurulmuştur. Bu sadece Anadolu'da olmamış; ayrıca Selçukluların yıkılmasından sonra hakim oldukları topraklarda yeni kurulan devletlerin hepsi, egemen oldukları yörelerde Selçuklu medrese geleneğini devam ettirmişlerdir.[4][7]

Osmanlı dönemi[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı Devleti'nde ilmiye sınıfı, bahsedilen farklı alanlarda bulunan görevlilerin hepsi, medresede eğitim görmektedir. Medreseler, ilmiye sınıfını oluşturacak olan bireylere; hoca, yargı organı ve din görevlisi türünden görevler yüklenebilecek biçimde bir eğitim vermektedir.[8] İlmiye sınıfı, hiyerarşik bir teşkilat olarak örgütlenmiştir. Dar anlamda ilmiye teşkilatı; tarik-i tedris ve tarik-i kaza'dan oluşturulmuş olup şeyhülislam bu teşkilatın en yüksek mevkiinde bulunmuştur. Yargıçlık ve öğretim görevini örgütleyen ilmiye teşkilatı, aynı zamanda padişah tarafından bahşedilen, ayrıcalık ve onur olarak da nitelenebilir. Ulema sınıfının özerkliği, ayrıcalığın sağlanmasıyla birlikte gelişmiştir. Bu sıkı hiyerarşi kurallara uygun atama ve terfi usulünü sağlamış, dolayısıyla ulema atamalarında dış yetkililerin müdahaleleri önlenmiştir. Ayrıca, kadılar mahkeme harçlarını, müderrisler ise vakıf ücretini alma hakkını kazanıyordu.[9]

Kuruluşu[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlılarda medrese eğitimi ilk olarak Orhan Bey zamanında başlamıştır.[10] İhtisaslaşma ise ilk Dârül-Hadis medresesinin 13. yüzyılın ikinci yarısında, I. Murat zamanında Çandarlı Hayrettin Paşa tarafından İznik'te kurulması ile başlamıştır. Diğer bir ihtisas medresesi olan Darüt Tıb kurumları ise ilk olarak Yıldırım Bayezid tarafından Bursa'da yapılmış olup inşası 1389 tarihinde tamamlanmıştır.[4] Zamanla sayıları artmış ve 15. yüzyılda Edirne'deki Darülhadis en önde gelen medrese konumuna gelmiştir.

Fatih Sultan Mehmet tarafından, İstanbul'un fethini takiben, sekiz kilise medreseye çevrilmiş ve ilk defa bir fakültenin temeli atılmıştır. Bu sekiz medreseye Sahn-ı Seman adı verilmiştir. Ayrıca bu medreselere öğrenci yetiştirmek amacıyla, musıla-ı sahn veya tetimme medreseleri adıyla anılan lise hükmünde okullar da kurulmuştur.

Soldan sağa: Baş Muhzir, sadaret dairesi muhafızı; Mekke Kadısı, mekke baş hakimi; Rumeli Kazaskeri, rumelideki kadıların amiri; Nakib-ül-eşraf, peygamber soyundan olanların başı; İstanbul Kadısı, İstanbul baş hakimi

Sahn-ı Seman'da Hukuk, İlahiyat ve Edebiyat fakülteleri bulunmaktaydı. Bununla beraber öğrenciler önceki tahsillerinde fen ilimleri de gördüklerinden, öğrenciler fen bilgilerine de vakıftılar. Kanuni Sultan Süleyman zamanında fen bilimlerine mahsus adam yetiştirmek amacıyla yeni okullar yapılması öngörülmüş ve bunların inşası 1550 yılında başlayıp 1556 yılında tamamlanmıştır. Bu okullar; dört medrese, bir Darülhadis ve bir Tıp medresesidir. Dört medrese doğrudan doğruya matematik (riyaziye) eğitimi için yapılmıştır. Bu okullara girmek isteyenler musıla-ı süleymaniye adı verilen okullara gider, sonra sahn-ı süleymaniye adı verilen bu okullara girerdi. Böylece İstanbul'da ilk Dârü'l-Hadis medresesi kurulmuştur. Ayrıca Kanuni, kendisinin yaptırmış olduğu bu Dârü'l-Hadis medresesini, medrese sisteminin en üst derecesine yerleştirmiştir.[2][10]

Hiyerarşik yapısı[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde ve Osmanlı'dan önceki İslam devletlerinde şeyhülislam kavramı bir tazim lafzı olarak kullanılmış ve resmi bir anlam ifade etmemiştir. Şeyhülislamlık unvanı ilk olarak Fatih Sultan Mehmet devrinde kullanılmış ve; Fatih Kanunnamesi'nde "Şeyhülislam ulemanın reisidir" kuralı yer almıştır. Fatih döneminden önce "başkent müftüsü" olarak bilinen kimseler fetva vermekle görevlendirildikleri halde, şeyhülislam olarak anılmamışlardır. Daha sonraları ise, şeyhülislamlık kurumu resmi bir boyut kazanmış ve şeyhülislam başkanlığında dinsel-yönetsel bir yapılanmaya gidilmiştir.[11][12] Fatih'ten önce ilmiye teşkilatının en yüksek derecesi kazaskerlik olarak kabul edilmekteydi.

Osmanlılarda devletin sembolü olarak görülen kadı; kadı olarak görevlendirildiği andan itibaren hukukçu olarak nitelendirilebiliyordu. Fethedilen bir yerde kadının çalışmaya başlaması, o yerin Osmanlı egemenliğine girdiğinin en önemli kanıtı sayılıyordu. 1326 yılından itibaren kadıların şeriat adına hüküm verdikleri görüşü iyice yerleşmiş, işlerine müdahale edilemeyeceği kuralı benimsenmişti. Bu dönemde devletin üst düzey görevlilerinin önemli bir kısmının kadılık mesleğinden gelenlerden olduğunu görüyoruz.[13]

Öğretim metodu[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı Devleti'nde medreselerde kullanılan öğretim metodu dedüktif karakterde idi. Bu metodun esasını meseleleri naslara ve otoritelere dayandırmak teşkil etmektedir. Bu dedüktif metot, ilk zamanlarda ezberi esas almıştır. İlk önce Kur'an'ı ezberlemek ve mümkün olduğu kadar çok sayıda hadis öğrenmek gerekiyordu. Bir müddet sonra imla metodu gelişmeye başlamıştır. Buna göre talebeler ders esnasında hocanın karşısında halkalar halinde oturarak dersi takip etmekte ve gerektiği yerlerde not tutmaktaydılar. Bu not tutma yöntemi Kur'an dersleri hariç hemen hemen bütün derslerde uygulanmaktaydı. Zamanla imla metodunun yanında şerh ve izah metodu da gelişmeye başlamıştır. Medreselerde okutulan kitapların nüshalarının çoğalması ve bunların öğrencilerin eline geçmesinden sonra yavaş yavaş imla metodu terk edilmeye başlanmıştır. Bundan sonra metni bir öğrenci yükse sesle okuyor, hoca da gerekli izahlarda bulunuyordu ve metin üzerinde düzeltmeler yapıyordu. Ayrıca hoca, kendisinin yapmış olduğu izahları talebelere yazdırıyordu. Müderrisler, kimi zaman okuttukları derslerden herhangi bir bahis üzerine talebelerine münazaralar yaptırırlar ve neticede iki taraf arasında hakem olup mütalâalarını söylerlerdi.

Medreselerde soru-cevap metodu da kullanılmaktaydı. Hoca öğrencilere soru sorup cevabını beklediği gibi, öğrenciler de belirli bir nizama göre hocaya soru sorabilirlerdi. Yani derslerde takrir ve karşılıkla konuşmaya yer verilirdi. Belirli günlerde halka açık toplantılar da düzenlenirdi. Medreselerde her ne kadar kendi binalarında ders yapılıyorduysa da camilerde de sık sık ders yapılır ve bu dersi herkes izleyebilirdi. "Ders-i âmm" denen meşhur hocalar kent ve kasabaların büyük camilerinde cami dersleri adıyla herkese açık olarak dersler verirlerdi. Cemaat hocanın etrafında halka olur, anlatılanları dinlerdi. Bu derslerin düzenli izleyicileri bulunmaktaydı. İkindi namazından sonra daha sık yapıldıkları için ikindi dersleri de denilmekteydi. Osmanlı medreselerinde dersler kolaydan (muhtasardan) zora (mufassala) doğru bir seviyede okutulurdu.

Medreselerdeki öğretim metodu, daha sonraları müşahede, tecrübe, tetkîk ve tenkide yer vermeyen; sadece ayetlerin, hadislerin veya diğer metinlerin Aristo mantığına göre şerh ve tefsirine inhisar eden bir metot halini almıştır. Mânâdan ziyade lafza kıymet veren, yazı öğretimine yer vermeyen skolastik bir nitelik halini kazanmıştır. Müderrisler, felsefî ve kelamî meselelere çözüm bulmak ve tartışmak yerine, bu konuları eski bilgilerle geçiştirmeyi tercih etmişlerdir. Böylece medreselerde amaç; düşünen, araştıran ve sorgulayan insan yetiştirmek olmaktan çıkmış, sadece mevcut bilgilerle yetinen, sorgulamayan hazırla yetinen insan modeli yetiştirmek şekline dönüşmüştür. Bu kısır döngü talebenin zihninin gereksiz bilgilerle dolmasına, dolayısıyla öğrenci boyutunda zaman kaybının oluşmasına yol açmıştır.[2]

Özelliklerinin bozulması[değiştir | kaynağı değiştir]

Soldan sağa: Kazasker, kadıların amiri ve hükümet azası; Kaptan Paşa, deniz kuvvetleri başkumandanı; Çuhadar, vezir saraylarında dış hizmet erbabından

Özellikle İstanbul'un alınışı ve devlet merkezi olarak seçilmesinden sonra açılan yüksek dereceli medreseler, zamanla gelişerek devletin yönetici ve aydın kitlesini yetiştirecek bir düzeye erişmişse de 16. yüzyılın sonundan itibaren medrese öğretimi kuruluş ve yükseliş devrindeki dinamikliğini yitirmeye başlamıştır.[5]

Kanuni Sultan Süleyman döneminde, padişahın bazı kişileri alt kademelerde müderrislik yapmadan üst kademelere ataması, ilmiye mensupları arasındaki bozulmanın başlangıç noktaları olmuştur. Hocazadeler, Fenarizadeler gibi bazı ulema soyları ortaya çıkmıştır. Bu durumu meşrulaştırmak için "Hocazadeler Kanunu" gibi resmî destekler sağlanmıştır. Bu tür bozulmalar daha sonra II. Selim, III. Murad ve III. Mehmet dönemlerinde çoğalmış; 16. yüzyıl sonlarında ise hem medrese öğretimi hem de ilmiye sınıfı tamamen bir kargaşanın içine düşmüştür. Birçok "mevali gözdeler" soylarının adından faydalanarak kısa zamanda üst rütbelere yükselmişlerdir. İltimas ve rüşvetle pek çok kişi kadılık ve müderrislik görevlerine atanmışlardır. Bu şekilde müderris olanlar medresede ders vermemeye başlamışlardır. Ayda bir kere bile medreseye varmayan müderrisler türemiştir. Bunlar medreseye varsalar ders dinleyecek öğrenci bulamamışlar; öğrenci bulsalar ders verecek bilgiden yoksun olmuşlardır. Hocazadelere, büluğ çağına geldiğinde "Dâhil elli" derecesinde medreselerde müderrislikler, Müftüzadelere "Hariç", Kadıasker oğullarına "ibtidai kırklı", İstanbul kadılarının oğullarına da "yirmibeşli", "otuzlu" derecesindeki medreselerde müderrislik verilmesi adet olmuştur.[7]

Bu sistem içinde 17. yüzyıl ortalarına kadar pek çok değerli kadılar, hâkimler ve hukuk bilginleri yetişmiş ise de; medresede uygulanan öğretim yöntemlerinin gelişmelere uyum sağlayamaması, bilakis gerilemesi ve devletin gücünün günden güne azalması nedeniyle, tüm kurumlarda olduğu gibi bu alanda da çöküş başlamıştır. Kadı atamalarında, müderrislik unvanı ve mülâzımlık belgesi verilmesinde uyulması gereken kurallara uyulmamaya başlanmış; daha çok aile üyeleri atanmaya başlanmıştır.[13] Bu uygulamanın ilk örneklerinden biri; 16. yüzyıl'da Hoca Sadettin Efendi'nin yaptığı atamalardır. Hoca Sadettin Efendi'nin büyük oğlu Mehmed Efendi henüz oldukça gençken Mekke Kadısı ve hemen ardından İstanbul Kadısı tayin edildi. İki ay kadar sonra da Anadolu Kazaskeri oldu; bu tarihte 29 yaşında idi. Diğer oğlu Esad Efendi medreseden birdenbire Edirne Kadılığına geçti ve arkasında İstanbul'a kadı oldu, henüz 25 yaşında idi.[10] Medreselerde bu tarihten sonra ilmi hürriyet kalkmış, iltimas ve siyaset karışmaya başlamıştır. Önceleri medresede yükselmek için gerekli bilimsel yeterlilik aranırken, 16. yüzyıldan sonra, bilimsel yetki arka plana düşürülerek, kayırmacılık ön plana geçmiştir.[8]

Tarihsel süreç içerisinde müderrisliğe tayin olunacak mülazimler, mülazim olduktan 7 yıl sonra "Rüus" sınavına girer, başarılı olanlara "Ders-i mlık" payesi ve İptidâ-i Hâriç medreselerde öğretim yapma yetkisini verecek olan "İstanbul Rüûsu" denilen bir diploma verilirdi. Göreve en düşük seviyedeki medreseden başlayan müderrisler, zamanla kademe kademe yükselerek daha üst dereceli medreselere kadar çıkabilirlerdi. Oysa 1592 yılından itibaren müderrislik görevi bir rütbe haline getirilmiş; müderrislik payesi, yüksek dereceli ulemanın çocuklarına daha küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanmıştır. Böylece, ilmî hiyerarşiye uyulmaksızın terfi, ilerleme, ölçme ve değerlendirme yapılması gibi olaylara sıkça rastlanır olunmuştur.[2]

Rüşvet ve iltimasın alabildiğine arttığı bir toplumda, bilginin ve faziletin hiçbir ayırıcı ve üstün özelliği kalmamıştır. Bu ortamda medreselerin öğretim programları alabildiğine karışmış; 16. yüzyılın ilk yarısında 2-3 yıl olarak belirlenen öğretim süreleri, aynı yüzyılın ikinci yarısında bir yıl, altı ay, üç ay gibi giderek azalmıştır. Doğal olarak bu kısalan süre içinde uygulanması öngörülen ders programı da giderek küçültülmüştür. Üstelik bazı dersler hakkındaki tutum da değişmiş; Fatih Sultan Mehmed zamanında "kânün üzere şugl oluna" diye okutulması yasalaştırılan bazı kitaplar ("Şerh-i Mevâkıf", "Haşiye-i Tecrîd"), "bu dersler felsefiyattır" denilerek daha sonraki dönemlerde "Hidaye", "Ekmel" gibi biraz daha az felsefî olan kitaplarla değiştirilmiş, daha sonra bunlar da ortadan kaldırılmış; medrese felsefî ve müspet ilimlere düşman bir kurum haline getirilmiştir.[7] Bu atamalarla hakiki alimler geri planda kalmış; şeyhülislam, kazasker, padişah hocası gibi önde gelenlerin çocukları iyi mevkiilere gelir olmuştur. 18. yüzyıldaki bazı büyük ilmiye ailelerinin hakimiyeti, ilmiye teşkilatının niteliklerinden meydana gelmiştir. Niteliklerine bakılmaksızın aile üyelerinin atanması sonucunda, 18. yüzyılda artık ilmiye sınıfı tüm reformlara karşı çıkan, kendini yenilemekten uzak, gelişen bilim ve hukuk konusunda çağının gerisinde bir konuma gelmiştir.

15. ve 16. yüzyıllarda Batı, bilimde yeni dallar ve yöntemlerle büyük gelişmeler gösterirken; 17. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı'da müspet ve deneysel bilimlerin öğretim programlarından çıkarıldığı görülmektedir. Kâtip Çelebi'nin "Keşfü'z-zünun" adlı eseri, Osmanlılar döneminde yazılan eserlerin açıklamalı bir dökümünü vermektedir. 17. yüzyılda yazılan bu esere göre, eserlerin %95'i tasavvuf, din, tarih ve edebiyata; sadece %5'i müspet bilimlere aittir. 16. yüzyıl sonlarına kadar astronomide Kadızâde Rümî ve Takiyeddin Efendi gibi büyük alimler sayesinde bilgi düzeyi çok düşmese de 17. yüzyılda böyle bilimadamları da bulunmadığından büyük bir gerileme olmuştur. Coğrafya alanında da denizciler dolayısıyla önceleri çağdaş bir bilgi görülse de 17. yüzyılda bu bilimin de yüzüstü bırakılmıştır. Bu gerileme bütün alanlarda görülmüştür. Öyle ki, 17. yüzyılda mimari bile yabancıların eline geçmiştir.[7]

17. yüzyıldaki din yorumlaması da medrese programları üzerinde etkileyici olmuştur. 16. yüzyıl sonlarında Birgivî Mehmet Efendi, toplumdaki din ve mezhep sürtüşmelerini kaldırmak için "Tarikat-ı Muhammediye" adlı bir eser yazmıştır. Bu eser, geniş düşüncenin yerine şüphe ve tereddütün geçmesinde etkili olmuştur. Bu kitap dinen yasak olan bir sürü hareket belirlemiştir. Bu eserde bilimler de "mubah" ve "merdûd" (redd) ilimler diye ikiye ayrılmış; kelam, astroloji ve birçok tabiat bilimleri ikinci sınıfa sokulmuştur. Birgivî'nin bu görüşü, daha sonraki yıllarda "Kadızâdeler" tarafından savunulmuştur. Dini konularda yorumlara açık görüşü savunanlara da "Sivasizâdeler" denmiştir. Daha sonra Ayasofya Camiinde vaazlar veren Üstüvanî Mehmet Efendi de bir Risale yazarak, dinen yasak hareketler çerçevesini daha da genişletmiştir. Bunların açtıkları çığırda medrese programları giderek kısırlaşmıştır.[7]

Reformlar[değiştir | kaynağı değiştir]

Geleneksel medrese eğitiminden "ilk kopuş" Osmanlı donanmasının Ege kıyısında Çeşme'de Rus donanması'nca yok edilmesinin ardından Sultan III. Mustafa'nın 1773'te İstanbul'da "Mühendishane-i Berri-i Hümayun"'un kurulmasıyla gerçekleşti. Bu yükseköğretim kurumlarında çok önemli bir değişimin başlangıcıdır. Ayrıca III. Selim'in 1795'teki fermanı, öğretim elemanlarının atanmaları için tam zamanlı çalışma, akademik ilerlemelerde yayın ve sınav gereklerini de içine alan usul ve esasları ayrıntılı olarak belirtiyordu.[6] Medresenin yanında yeni eğitim kurumları kurulması sonucunda eğitimde ikilik olmuş; bu durum Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir.

Yeniliklerin gerisinde kalan medreselerin reformuna ise ilk olarak 1826 yılında başlanmıştır. Bu yıl Eski Ağa Kapısı, Şeyhülislam dairesine (Bab-i Fetva) çevrilmiştir. Böylece, daha önce kendi konaklarında görev yapan Şeyhülislam, Kazasker ve İstanbul Kadısı, bu yıldan itibaren resmi ofiste çalışmaya başlamıştır. Resmi ofislerin kuruluşundan sonra buralarda hizmet eden kâtipler, resmi memur sıfatını almıştır. 1855 yılında Tevcihat-i Menasib-i Kaza Nizamnamesi ve Nuvvab hakkında Nizamname ilan edilmiştir. Böylece kadılık unvanının verilmesinde bir düzen kurulmuştur. Ancak yine aynı düzenlemeler ile kadılık mevkisinin eski yetkisi kalmamıştır. Naiblik ise kadılığın yerine fiili şer'i hakimliğe çevrilmiştir. 1854 yılında Mu'allimhane-i Nuvvab (Mekteb-i Nuvvab) ve sonra Meclis-i Intihab-i Hukkamu's-şer' (Şer'i Hakimler Seçim Meclisi) kurulup naiblerin seçim usulu düzenlenmiştir. Şer'i mahkemenin yargı usulu de çeşitli talimatnameler ile düzenlenmiştir. Naiblik teşkilatının yanında yeni yargı sistemi (Mahakim-i nizamiye teşkilatı) kurulduğundan naibin yetkisi azalmıştır. 1888 tarihli İrade-i Seniye'de; şer'i ve nizami mahkemelerin görevlerinin ayrılması belirlenmiştir. Bu yasa ile, şer'i mahkemelere sadece evlenme, miras ve vakıfla ilgili idare ve yargılama yetkileri bırakılmıştır.[9]

Darülfünun'un kurulması[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı'da üniversitenin karşılığı sayılabilecek kurum olan darülfünundur. Darülfünun açılmasına 1845 yılında açılmasına karar verildiyse de buna artık bozulan medrese tarafından karşı çıkılmıştır. Bu nedenle açılış 18 yıl gecikmiştir. 1863, 1870 ve 1874'te açılan darülfünunlar kısa süre sonra kapanmışlardır. Kapanmanın arkasında hep medrese baskısı olmuştur. Kesintisiz darülfünun ancak 1900 yılında kurulabilmiştir.[14]

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra İsviçre'den Prof. Albert Malche Türkiye'ye davet edilerek mevcut Darülfünun ile ilgili incelemeler yapması istenmiştir. Prof. Malche, Darülfünunda incelemeler yapmış ve sonunda 95 sayfalık "İstanbul Darülfünunu Hakkında Rapor"unu hazırlamıştır. Darülfünunun genel eleştirisini yaparken temelde şunu söylemiştir: "Esas sorun şudur; bilim nakil yolu ile değil, yaratıcı düşünceyi ortaya çıkarıcı şekilde olmalıdır. Darülfünun bilimsel zihniyeti yaratmaktan sorumludur ve bunun dışında kurtuluş yoktur." Malche'nin raporunda Darülfünuna ait temel sorunların bazıları şunlardır; "Öğretim üyeleri ders kitabı yazmıyor. Konusunda yenilikleri izlemiyor ve ders içerikleri değişmiyor. Zamanlarının çoğunu akçalı işleri nedeni ile darülfünun dışında geçiriyorlar. Bilimsel araştırma yapılmıyor. Sonraki kuşaklar için bilimsel kadro oluşturacak ortam yaratılmıyor. Toplumdan soyutlanmış ve ülkenin doğal ve toplumsal sorunlarına karşı ilgisiz.".[15] En sonunda bu eksiklikleri giderebilmek amacıyla 1933 Darülfünun devrimi yapılmıştır. Bu yasayla darülfünun lağvedilmiş ve yerine aynı gün üniversite kurulmuştur.[14][15]

Türkiye Cumhuriyeti dönemi[değiştir | kaynağı değiştir]

Medreseler çağın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kaldığından, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun birinci maddesi olan "Türkiye dahilindeki bütün müessesât-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâleti'ne merbuttur" ifadesi ile Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış ve zamanın Millî Eğitim Bakanı Vasıf Bey de 13 Mart 1924 tarihli genelgesiyle medreseler üzerindeki tasarruf hakkını kullanarak medreseleri kapatmıştır.[2]

Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

  1. ^ Ottoman Ulema, Turkish Republic: Agents of Change and Guardians of Tradition 10 Aralık 2014 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. sf 4.
  2. ^ a b c d e f Yrd. Doç. Dr. Mustafa Şanal. Osmanlı Devleti'nde Medreselere Ders Programları, Öğretim Metodu, Ölçme ve Değerlendirme, Öğretimde İhtisaslaşma Bakımından Genel Bir Bakış. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 14 Yıl : 2003/1 (149-168 s.). Tam metin 27 Ekim 2004 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  3. ^ Dr. Abdullah Kaya. Selçuklular Dönemi Sivas'ta İlmi Hayat ve İlim Adamları (The scientific life and scientists in the period of Seljukians in Sivas.) Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi (The Journal Of International Social Research) Volume 1/2 Winter 2008. Tam metin 2 Kasım 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  4. ^ a b c d e Mefail Hızlı. Kuruluşundan Osmanlılara kadar medreseler. T.C Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sayı:2, Cilt:2, Yıl:2; 1987. s.273-281. Tam metin[ölü/kırık bağlantı]
  5. ^ a b Hüseyin Muşmal. XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Beyşehir Kenti'nde Bulunan Müesseseler ve Vakıfları (Institutions and Vaqifs in Beysehir Town in the XVIII. And XIX Centuries). Türkiyat Araştırmaları Dergisi Tam metin 9 Ocak 2009 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  6. ^ a b c Ali Rıza ERDEM. Üniversitelerimizin Bilim Tarihimizdeki Yeri. Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi. Ocak 2005, Cilt 5, Sayı 1. Tam metin 29 Nisan 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  7. ^ a b c d e f g h Prof. Dr. Mustafa ERGÜN. Türk Eğitim Tarihi: İslâmiyetten sonraki Türk eğitim tarihi. Tam metin 22 Ekim 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  8. ^ a b Vahap Sağ. Toplumsal Değişim ve Eğitim Üzerine Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2003 Cilt: 27 No:1 11-25. Tam metin 25 Ocak 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  9. ^ a b Akiba Jun. Son Devir Osmanlı İlmiye Teşkilatında Reform, 1826-1914 Annals of Japan Association for Middle East Studies, No.13(19980331) pp. 185-214. [1] 19 Haziran 2009 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  10. ^ a b c İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt II. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. baskı. s. 583-590. ISBN 975-6945-11-7 ISBN 975-6945-13-3
  11. ^ Ercan Türk, Dünden Bugüne Milli Eğitim Bakanlığı Kuruluş ve Tarihsel Süreç. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Ekim 2003, Yıl: 4, Sayı: 44 Tam metin 24 Ekim 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  12. ^ Dr. M. Cengiz Yıldız, Dinsel Bürokrasinin Türkiye'deki Serüvenine Kısa Bir Bakış; Din Görevlilerinin Sorunları ve Beklentileri Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma: Elazığ Uygulaması (Basılmamış Doktora Tezi), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Elazığ, 1999 adlı çalışmanın I. Bölümünün bazı alt başlıklarından yararlanılması ve içeriğinin zenginleştirilmesiyle oluşturulmuştur Tam metin 4 Temmuz 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  13. ^ a b Prof. Dr. Ramazan Arslan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı. 70. yıldönümü açılış konuşması. http://auhf.ankara.edu.tr/dergiler/auhfd-arsiv/AUHF-1995-44-01-04/AUHF-1995-44-01-04-Arslan.pdf 17 Kasım 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  14. ^ a b Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu. İstanbul Üniversitesi'nin Kuruluşu Üniversite ve Toplum 9.2003 Tam metin 19 Haziran 2009 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  15. ^ a b Cumhur Ertekin. Cumhuriyet Döneminde Üniversite, Bilim ve Etik. Anadolu Kardiyol Derg 2008; 8: 236-40. Tam metin[ölü/kırık bağlantı]

İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Nedir? :İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? ile ilgili İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? burada bulabilirsiniz. Detaylar için sitemizi geziniz İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Ne Demektir? İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Açıklaması Nedir? İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Cevabı Nedir? İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Kelimesinin Anlamı? İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? konusu Nedir Ne, yaşantımızda sık kullanılan kelimelerden birisi olarak karşımıza çıkar. Hem sosyal medyada hem de gündelik yaşantıda kullanılan ne kelimesi, uzun yıllardan beri dilimizdedir. İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Türk Dil Kurumu na (TDK) göre farklı anlamları olan ne kelimesi, Türkçe de tek başına ya da çeşitli cümleler eşliğinde kullanılabilir. İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Ne kelimesi ne demek, TDK ya göre anlamı nedir sorularının cevabını arayanlar için bildiris.com doğru adres! Peki, ne kelimesi ne demek, TDK ye göre anlamı nedir? İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Ne kelimesinin kökeni ne, ne kelimesinin kaç anlamı var? İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? İşte TDK bilgileri ile merak edilenler
İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Açıklaması? :İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Açıklama Bir Terim Kavram Ya Da Başka Dilsel Olgunun Daha İyi Anlaşılması İçin Yapılan Ek Bilgidir.İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Söz Konusu Bilgi Açıklanacak Sözcükten Daha Uzun Olur İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Açıklama İle İlgili Durumun Kanıtı Şu Şekilde Doğrulanabilir İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Bir Sözlükteki Tanım İlgili Sözcük Yerine Kullanılabilirse, Bu Bir Açıklamadır. İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Yani Aynı Bağlam İçinde Hem Sözcük Hem De Tanım Kullanılırsa Ve Anlamsal Açıdan Bir Sorun Oluşturmuyorsa Bu Bir Açıklamadır.
İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Gerçek mi? :İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? ile ilgili İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? burada bulabilirsiniz. Detaylar için sitemizi geziniz Gerçek anlam İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? sözcüklerin birincil anlamı ile (varsa) bu anlamla doğrudan ilişkili olan anlamlarıdır. Gerçek anlam, temel anlam ile yan anlamların bileşkesidir. İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Bir sözcüğün mecaz olmayan tüm anlamlarını kapsar.
İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Hakkında? :İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? ile ilgili İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? burada bulabilirsiniz. İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Detaylar için sitemizi geziniz İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? Bu sayfada Hakkında nedir Hakkında ne demek Hakkında ile ilgili sözler cümleler bulmaca kısaca Hakkında anlamı tanımı açılımı Hakkında hakkında bilgiler İlmiye nedir?, İlmiye anlamı nedir?, İlmiye ne demektir? resimleri Hakkında sözleri yazıları kelimesinin sözlük anlamı nedir almanca ingilizce türkçe çevirisini bulabilirsiniz
Gökdelen, Değirmentaş, Koyulhisar, Arthrocardia, Edip Başer, Kırklareli Üniversitesi, 1559, Smeringopina ebolowa, Kırklar, Daniel Carroll, Payas Tren İstasyonu, Kırçova Belediyesi, Cambridge, Massachusetts, Sechs Kies, Mitsuoka, Psychotria impressinervia, Dal Shabet, Josip Belušić, Calabasas, Kaliforniya, Alex James, Cadena SER, Tehdit Altındaki Türlerin Kırmızı Listesi, Orhangazi Gençlerbirliği, Kırkgeçit Muharebesi, Demokratik Sosyalistler Hareketi, Nepal, Kırka Sancağı, Uzungeçit, Kırkağaç Tren İstasyonu, Termodinamik denge, Kırgızistan millî futbol takımı, VI. Mithridates, Cemşid Muharremov, Lobi, Arin (şarkıcı), Vakıf, Kırgızistan Parlamentosu, II. Vahtang, Urswick, Kırgızistandaki Yahudilerin tarihi, Lamoille County, Vermont, Matematiksel nesne, Kırgızistandaki şehirler listesi, Kirli Suyunda Parıltılar, Kırgızistanda LGBT hakları, Soy metal, Batman Garı, Adalet Birliği Aksiyon, .ct.tr, Los Testigos Adaları, Kumlutarla, Bel canto, Zafer, İncirliova, Burdurda 2023 Türkiye cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri, Chris Smalling, Jeon Minju, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi, Bisiklet Hırsızları, Harghita, Mega bindirmeli deprem, Gandakasia, İşletim sistemleri listesi, HNB (müzik grubu), Elkie Chong, Kazanlık, Dinan, Astragalus crenatus, Lefkoşa Türk Belediyesi, Kırım Tatarcası, St Teath, Kırıkkale Yüksek Hızlı Tren Garı, Güneş Duru, Kırıkkale Garı, Brikama, Kaşkaylar, Servet Yörük, En İyi Yapılandırılmamış Reality Programı Primetime Emmy Ödülü, Kırıkkale Üniversitesi, Ateş Parçası (film, 1971), Julián Álvarez (futbolcu), Ağdam (şehir), Apple Store Online, Langtree, Üç Boğaz Barajı, Hücre iskeleti, Ayumi Hamasaki, Shin Jimin, HNB (grup), Fuat Köktaş, San Biagio Saracinisco, CLC (grup), Oh My Girl, Kırçova, II. Mihail Asen, Romsey Extra, Kıptîler, I. Gordianus, 1975 Fransa Bisiklet Turu, NGC 252, Kınalı Kar bölümleri listesi, Jerzy Antczak,
Lütfi İlteriş Öney Kimdir?, Ufuk Değerliyurt Kimdir?, Folklorik Nedir?, Rana Berk Kimdir?, Toplum Dışı Nedir?, Fokurdak Nedir?, Toplum Bilimsel Nedir?, Fodulca Nedir?, Ayla Bedirhan Çelik Kimdir?, Harun Özgür Yıldızlı Kimdir?, Samara bayrağı Anlamı Nedir, Samara bayrağı Nasıl Oluştu, Samara bayrağı Tarihi, Samara bayrağı Renkleri, Samara bayrağı Tasarımı, Figen Yıldırım Kimdir?, Flüoresan Nedir?, Ayhan Özçelik Kimdir?, Toplanık Nedir?, İzzet Kaplan Kimdir?, Mühip Kanko Kimdir?, Prensin Bayrağı Anlamı Nedir, Prensin Bayrağı Nasıl Oluştu, Prensin Bayrağı Tarihi, Prensin Bayrağı Renkleri, Prensin Bayrağı Tasarımı, Recep Bozdemir Kimdir?, Ali Topçu Kimdir?, Toparlakça Nedir?, Hurşit Çetin Kimdir?, Fadik Temizyürek Kimdir?, Toparlağımsı Nedir?, Toparlacık Nedir?, Osmanlı bayrağı Anlamı Nedir, Osmanlı bayrağı Nasıl Oluştu, Osmanlı bayrağı Tarihi, Osmanlı bayrağı Renkleri, Osmanlı bayrağı Tasarımı, Ülkü Doğan Kimdir?, Mehmet Akif Perker Kimdir?, Necmi Özgül Kimdir?, Top Sakallı Nedir?, Hasan Daşkın Kimdir?, Hasan Memişoğlu Kimdir?, Nazi Almanyası bayrağı Anlamı Nedir, Nazi Almanyası bayrağı Nasıl Oluştu, Nazi Almanyası bayrağı Tarihi, Nazi Almanyası bayrağı Renkleri, Nazi Almanyası bayrağı Tasarımı, Fitopatolojik Nedir?, Öztürk Keskin Kimdir?, Şeref Baran Genç Kimdir?, Tonla Nedir?, Nuran Ergen Kılıç Kimdir?, Fitne Kumkuması Nedir?, Filiz Orman Akın Kimdir?, Tombulca Nedir?, Fitne Fücur Nedir?, Zürriyetsiz İsminin Anlamı Nedir?, Fitilsiz Nedir?, Natalia Cumhuriyeti Bayrağı Anlamı Nedir, Natalia Cumhuriyeti Bayrağı Nasıl Oluştu, Natalia Cumhuriyeti Bayrağı Tarihi, Natalia Cumhuriyeti Bayrağı Renkleri, Natalia Cumhuriyeti Bayrağı Tasarımı, Zürriyetli İsminin Anlamı Nedir?, Mustafa Süleyman Kurtar Kimdir?, Züppe İsminin Anlamı Nedir?, Fitilci Nedir?, Dağıstan Budak Kimdir?, Yrd Doç Dr Bilge Gökçen Röhlig Kimdir? Yrd Doç Dr Bilge Gökçen Röhlig Nereli Yrd Doç Dr Bilge Gökçen Röhlig Kaç Yaşında?, Zümrüdi İsminin Anlamı Nedir?, Tolgasız Nedir?, Fitçi Nedir?, Hatice Gül Bingöl Kimdir?, Gökhan Baylan Kimdir?, Zülüflü İsminin Anlamı Nedir?, Tolgalı Nedir?, Fişlik Nedir?, Kampuçya Halk Cumhuriyeti bayrağı Anlamı Nedir, Kampuçya Halk Cumhuriyeti bayrağı Nasıl Oluştu, Kampuçya Halk Cumhuriyeti bayrağı Tarihi, Kampuçya Halk Cumhuriyeti bayrağı Renkleri, Kampuçya Halk Cumhuriyeti bayrağı Tasarımı, Toleranssız Nedir?, Züllü İsminin Anlamı Nedir?, Fişli Nedir?, Fişeksiz Nedir?, Zülcelâl İsminin Anlamı Nedir?, Sözdar Akdoğan Kimdir?, Murat Turna Kimdir?, Fahri Özkan Kimdir?, Zührevi İsminin Anlamı Nedir?, Fişekli Nedir?, Züğürt İsminin Anlamı Nedir?, İzmir bayrağı Anlamı Nedir, İzmir bayrağı Nasıl Oluştu, İzmir bayrağı Tarihi, İzmir bayrağı Renkleri, İzmir bayrağı Tasarımı, Filiz Çelik Kimdir?, Toksikolojik Nedir?, Fistolu Nedir?, Koray Önsel Kimdir?, Zübük İsminin Anlamı Nedir?, Toksik Nedir?, Fikret Tufanyazıcı Kimdir?, Zulmeden İsminin Anlamı Nedir?, Fistansız Nedir?, İlker Yücel Kimdir?, Tokatlı Nedir?, Zömbe İsminin Anlamı Nedir?, Gadsden bayrağı Anlamı Nedir, Gadsden bayrağı Nasıl Oluştu, Gadsden bayrağı Tarihi, Gadsden bayrağı Renkleri, Gadsden bayrağı Tasarımı, Tokalı Nedir?, Selma Sarıcıoğlu Çalışkan Kimdir?, Zottiri İsminin Anlamı Nedir?, Ümit Duman Kimdir?, Zot İsminin Anlamı Nedir?, Bahadır Gökmen Kimdir?, Berrin Selbuz Kimdir?, Tok Sözlü Nedir?, Fiskal Nedir?, Zorunlu İsminin Anlamı Nedir?, Zorlu İsminin Anlamı Nedir?, Toimeton Nedir?, Ömer Eldemir Kimdir?, Demokratik Kampuçya bayrağı Anlamı Nedir, Demokratik Kampuçya bayrağı Nasıl Oluştu, Demokratik Kampuçya bayrağı Tarihi, Demokratik Kampuçya bayrağı Renkleri, Demokratik Kampuçya bayrağı Tasarımı, Kürşat Özer Kimdir?,