Ebu Hanife Nedir?
Ebu Hanife Nedir?, Ebu Hanife Nerededir?, Ebu Hanife Hakkında Bilgi?, Ebu Hanife Analizi? Ebu Hanife ilgili Ebu Hanife ile ilgili bilgileri sitemizde bulabilirsiniz. Ebu Hanife ile ilgili daha detaylı bilgi almak ve iletişime geçmek için sayfamıza tıklayabilirsiniz. Ebu Hanife Ne Anlama Gelir Ebu Hanife Anlamı Ebu Hanife Nedir Ebu Hanife Ne Anlam Taşır Ebu Hanife Neye İşarettir Ebu Hanife Tabiri Ebu Hanife Yorumu
Ebu Hanife Kelimesi
Lütfen Ebu Hanife Kelimesi İle ilgili Daha Fazla Bilgi Almak İçin Kategoriler Sayfamıza Bakınız. Ebu Hanife İlgili Sözlük Kelimeler Listesi Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı? Ebu Hanife Ne Demek? ,Ebu Hanife Ne Demektir? Ebu Hanife Ne Demektir? Ebu Hanife Analizi? , Ebu Hanife Anlamı Nedir?,Ebu Hanife Ne Demektir? , Ebu Hanife Açıklaması Nedir? ,Ebu Hanife Cevabı Nedir?,Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı?,Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı Nedir? ,Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı Ne demek?,Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı Ne demektir?
Ebu Hanife Bu Kelimeyi Kediniz Aradınız Ve Bulamadınız
Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı Nedir? Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı Ne demek? , Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı Ne demektir?
Demek Ne Demek, Nedir? Tdk'ye Göre Anlamı
Demek kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir. TDK'ye göre, demek kelimesi anlamı şu şekildedir:
Söylemek, söz söylemek - Ad vermek - Bir dilde karşılığı olmak - Herhangi bir ses çıkarmak - Herhangi bir kanıya, yargıya varmak - Düşünmek - Oranlamak - Ummak, - Erişmek - Bir işe kalkışmak, yeltenmek - Saymak, kabul etmek - bir şey anlamına gelmek - öyle mi, - yani, anlaşılan - inanılmayan, beklenmeyen durumlarda kullanılan pekiştirme veya şaşma sözü
Ebu Hanife Bu Kelimeyi Kediniz Aradınız Ve Bulamadığınız İçin Boş Safyadır
Demek Kelimesi Cümle İçerisinde Kullanımı
Eskilerin dediği gibi beşer, şaşar. - Muşmulaya döngel de derler.
Kamer `ay` demektir. - Küt dedi, düştü. - Bu işe herkes ne der? - Güzellik desen onda, zenginlik desen onda. - Bundan sonra gelir mi dersin? - Saat yedi dedi mi uyanırım. - Kımıldanayım deme, kurşunu yersin. Ağzını açayım deme, çok fena olursun. - Yarım milyon dediğin nedir? - Okuryazar olmak adam olmak demek değildir. - Vay! Beni kovuyorsun demek, pekâlâ! Ebu Hanife - Demek gideceksin.
Demek Kelimesi Kullanılan Atasözü Ve Deyimler
- dediği çıkmak - dediğinden (dışarı) çıkmak - dediğine gelmek
- dedi mi - deme! - demediğini bırakmamak (veya koymamak) - deme gitsin - demek istemek , - demek ki (veya demek oluyor ki) , - demek olmak , - dememek - der oğlu der - deyip de geçmemek - diyecek yok - dediği çıkmak , {buraya- - dediğinden (dışarı) çıkmak - dediğine gelmek i, - dedi mi , {buraya- - deme! - demediğini bırakmamak (veya koymamak) - deme gitsin , - demek istemek - demek ki (veya demek oluyor ki) - demek olmak - dememek - der oğlu der - deyip de geçmemek - diyecek yok
Ebu Hanife
Ebu Hanife Nedir? Ebu Hanife Ne demek? , Ebu Hanife Kelimesi İle ilgili Daha Fazla Bilgi , Almak İçin Kategoriler Sayfamıza Bakınız. İlgili Sözlük Kelimeler Listesi
Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı? Ebu Hanife Ne Demek? Ebu Hanife Ne Demektir? ,Ebu Hanife Analizi? Ebu Hanife Anlamı Nedir? Ebu Hanife Ne Demektir?, Ebu Hanife Açıklaması Nedir? , Ebu Hanife Cevabı Nedir? , Ebu Hanife Kelimesinin Anlamı?
Ebû Hanîfe Numân bin Sâbit (İmâm-ı zam) | |
---|---|
Doğum | Numan bin Sâbit 699 Kufe, Emevi Devleti |
Ölüm | 5 Eylül 767 (68 yaşında) Bağdat, Abbasi Devleti |
Ölüm sebebi | Zehirlenme |
Defin yeri | Ebu Hanife Camii, Bağdat, Irak |
Etnik köken | Fars[1] |
Tanınma nedeni | Hanefi mezhebinin kurucusu İslam fıkıh ve hadis bilgini |
Memleket | Kabil (kökeni) |
Kariyeri | |
Dalı | Fıkıh |
Etkilendikleri | Ca'fer es-Sâdık[2] |
Etkiledikleri | Ebû Yûsuf, Muhammed bin Hasan eş-Şeybânî, Züfer bin Hüzeyl, Ebu Ca'fer et-Tahavî, Hanefilik mezhebi |
Ebû Hanîfe veya tam adıyla Ebû Hanîfe Numân bin Sâbit bin Zûtâ bin Mâh (Arapça: أبو حنيفة, d. 699, Kufe - ö. Eylül 767, Bağdat)[3] İslam dininin dört fıkıh mezhebinden birisi olan Hanefi mezhebinin kurucusu ve Sünni fıkhının en büyük üstâdlarından biri sayılan İslam fıkıh ve hadis bilgini. Asıl adı "Nu’man bin Sâbit" olup sevenlerince ismi "İmâm-ı ’zam" unvanıyla birlikte anılır.
Ebû Hanîfe, 699 yılında, zamanının önemli bilim merkezlerinden olan Kûfe'de doğdu. Babasının adı Sabit, dedesinin adı Zûta'dır. Ebû Hanîfe'nin "Hanîfe" künyesini nereden aldığı konusu açık değildir. Ebû Hanîfe ismi, Arapça "Hokka/Divit/Kalem Babası" anlamına gelmektedir.[4] Bu ismin Arapçadaki gönülden tertemiz şekilde iman eden anlamındaki hanîf sözünden hanîflerin babası şeklinde onun öğrencileri tarafından kullanılmış olması muhtemel görülür.
Ebû Hanife'nin dedesi Zûta, Afganistan civarlarında yaşamış, Arapların burayı fethetmeleriyle esir düşmüştür. Teym kabilesinin kölesi olduysa da daha sonra özgürlüğüne kavuşmuştur. Fakat Ebû Hanîfe'nin torunlarından İsmâil, büyük dedesinin asla bir köle olmadığını söylemiştir. Zûta, Ali bin Ebu Talib zamanında Kâbil'den gelerek Kûfe'ye yerleşmiştir.
Onun oğlu olan Sâbit ise Tirmiz, Nesa ve Enbar'da yaşamıştır. Hatta Ebû Hanîfe'nin Enbar'da doğduğu dahî iddia edilmiştir. Daha sonra yerleştiği Kûfe'de kumaş ticaretiyle uğraşan varlıklı ve dindar bir kişiydi. Ali bin Ebu Tâlib ile görüştüğü, kendisi, evladı ve zürriyeti için duasını aldığı rivayet edilir.
Ebû Hanîfe'nin ailesi Horasan'ın ileri gelenlerinden bir zatın soyundan gelir ki ailesinin Arap olmadığı kesindir. Fars[5] olduğu şeklinde görüşler yaygındır. Bâzı tarihçiler de Babil'de yaşamış bir Arap olduğunu söylemişlerdir.[6]
Ebû Hanîfe, küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemiş ve Arapçanın o zaman tasnif edilmekte olan sarf, nahiv, şiir ve edebiyatını öğrenmiştir. Gençlik yıllarında sahabeden Enes bin Mâlik’i, Abdullah bin Ebî Evfâ’yı, Vasîle bin Eskā’yı, Sehl bin Saide’yi ve en son hicrî 102’de Mekke’de vefat eden Ebu’t Tufeyl Amir bin Vasîle’yi görmüş, bu sahabelerden hadis dinlemiş olduğundan tabiinden sayılır.
Ebû Hanîfe, ilimle uğraşmaya başlamadan önce başarılı bir tüccardı. İmam-ı Şâbî’nin tavsiyesiyle onun ders halkalarına devam etmeye başlamış, kelam, iman, itikad ve münazara bilgilerini Şabi’den öğrenmiştir. Daha sonra Hammâd bin Süleyman’ın ders halkasına katılarak fıkıh öğrenimine başlamış, Hammâd’ın derslerine on sekiz yıl devam etmiştir.
Ebû Hanîfe, sık sık Mekke ve Medine’de çoğu tabiinden olan âlimlerle görüşür, onlardan hadis rivayeti dinler ve fıkıh müzakereleri yapardı. Ehl-i Beyt'ten Zeyd bin Ali’den, Muhammed el-Bakır’dan ilim öğrendi.
Tasavvuf bilgilerini Muhammed el-Bakır, ondan sonra da Silsile-i Aliyye'den olan Cafer-i Sadık'tan aldı. Sahabeden İbn-i Abbâs’ın ilmini Mekke fakihi Atâ bin Ebu Rebah’tan ve İkrime’den, Halife Ömer ve onun oğlu Abdullah’tan nakledilen ilimleri Abdullah bin Ömer’in azatlısı Nafi’den öğrendi. İbn-i Mesud ve Ali’den nakledilen ilimleri de buluşup görüştüğü tabiinden öğrendi.
Ebû Hanîfe, bütün zorlamalara rağmen Emevî ve Abbâsî saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, yönetim anlayışını onaylamadığı Abbasi Devleti'nin ikinci halifesi Ebû Câʿfer "el-Mansûr", Ebu Hanîfe'yi Bağdat'ta hapsettirip işkence ettirmiş ve zehirleterek öldürtmüştür. Mezhebi, İslâm dünyasının büyük bir kısmına yayıldı. Selçuklu Sultanı Melikşah’ın vezirlerinden Ebu Sa’d-i Harezmi, Ebu Hanîfe'nin kabri üzerine bir türbe ve çevresine bir medrese yaptırdı.
Akaid ve kelam; Ebu Hanife'ye göre Kur'an mahluk (yaratılmış) değildir. Bu anlamda Kur'an ne O’nun kendisidir, ne de ondan başkasıdır. Arapça metin ise mahluktur.
Fıkıh; Ebû Hanîfe, fıkıh meselelerinin çözümünde belli bir usul belirleyen ve bunu sistemleştiren ilk İslam bilginidir. Nitekim onun kurmuş olduğu bu sistem fıkıh tarihindeki ilk mezhebin doğuşuna ve kendisinin de ilk mezhep imâmı olarak anılmasına yol açmıştır.
Ebû Hanîfe, meselelerin çözümünde dört delil olarak anılan Edille-i şer'iyye kavramını kendi görüşleri üzerine yeniden düzenlemiştir. Bunları kısaca incelersek:
Buraya kadar sayılan Edille-i şer'iyye denilen dört temel delil, fıkhın mesele çözmede kullandığı ve Ebû Hanîfe'ye kadarki bilginlerin ihtilafsız kullandığı araçlardır. İmam bu araçları yeniden yorumlayarak benzersiz bir kullanımını ortaya koymuştur. Bu geleneksel delillere bir beşincisini ekleyerek fıkıh usulündeki asıl devrimini bu konuda yapmıştır:
Aynı İmâm-ı ’zam, H. 121 / M. 739 yılında “Hânedan-ı Alevîyye” mensuplarından “İmâm Zeyd bin Ali Zeyn el-b’ı-Dîn”[14] tarafından Emevî Hâlifesi Hişâm bin Abd’ûl-Melik’in zâlimâne idaresine karşı çıkarılan isyânı da Muhammed’in komuta ettiği Bedir Savaşı’na benzetmiş, ve destek vermekten hiç çekinmemişti.[15]
ayrılmaktalardı.[16] Akabinde verdiği fetvâlar ile sürekli olarak Ehl-i Beyt’e arka çıkan ve Alevîler’i[17] destekleyen Ebû Hanîfe Nu’man İbn-i Sâbit[18] de Halife Mansûr tarafından katledildi.[19][20]
Ebû Hanîfe hakkında birçok yüceltici sıfat kullanıldığı gibi, yer yer kıyasa aykırı gördüğü otantik dini kaynakları delil olarak kabul etmemesi dolayısıyla ehli hadis tarafından ağır eleştirilere uğramıştır.[4]
Ebû Hanîfe rey ehlinin en büyük temsilcisidir.[9] hâd hadislerin ne kadar sağlam olsa da kesinlik değil "zan" ifade ettiği temel düşüncesiyle birçok hadisi delil olarak kullanmaktan geri durmuştur. Onun için Kur-an ve Sünnet'in bütününün oluşturduğu kıyas denilen temel anlayışa uymayan hadisler diğerlerinden farklı bir muameleye tabi tutulmalıdır.[21][22][23] Bu yönüyle birçok eleştiri almıştır. Mevcut kaynaklara göre Ebû Hanîfe’yi tenkit edenlerin başında Buhârî gelmektedir. Buhârî el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inin bab başlıklarında isim zikretmeden, “Kāle ba‘zu’n-nâs” (insanlardan biri şöyle dedi) ifadesini kullanarak Ebû Hanîfe’yi tenkit etmiş,[24] diğer eserlerinde de onun İslâm dinine zarar veren Mürcie’ye mensup olduğuna ilişkin rivayetleri zikretmiştir.[25] Hatta Buhârî'nin ed-Duafâü‟s-Sağir adlı eserinin 388 numaralı maddesinde Ebu Hanife'nin iki defa küfürden imana davet edildiğiyle ilgili bir rivayete yer verdiği belirtilir.[26]
Ebû Hanîfe, kendi zamanında "Dehriyyun" denilen Cebriyye, Abdullah İbn-i Sebe'nin Sebeiyye ve Mürcie gibi dini fırkalarla mücadele etmiştir.
Ebû Hanîfe, Emevî ve Abbâsî devletleri zamanında yaşamıştır. Ömrünün elli iki yılı Emevî, son on sekiz yılı da Abbasi devleti zamanına denk gelir. O, Emevîler'in Arap milliyetçiliği esaslı yönetim şekline karşı çıkmış, Ehl-i Beyt ve sahabilere karşı zalimane davranışlarına karşı etkin olarak mücadele vermiştir. Emevî devletinin yıkılması için Abbâsîler'e destek verse de bu hanedanın da Emevîler'in yönetim anlayışıyla aynı yolu izlemesi üzerine desteğini geri çekmiştir. Nitekim ölümü de bir Abbâsî halifesinin eliyle olmuştur.
Ebû Hanîfe'nin doğumu, yetişmesi ve bir bilgin olarak parlaması devirlerinin tümü Emeviler Hanedanlığı zamanına denk gelir. Bu devirdeki Zeyd bin Ali'nin Hişam bin Abdülmelik'e başkaldırısını hem fikirleriyle hem de maddi olarak desteklemiştir. Bu başkaldırıyı Bedir Muharebesi'ne benzetmiş, Zeyd bin Ali'ye biat etmiş ve on bin dirhem nakdi yardım göndermiştir. Bu başkaldırıya direkt olarak destek vermemesini şu sözlerle savunmuştur ki bu ifadelerinde Zeyd bin Ali'yi Hüseyin bin Ali'ye benzetmiştir:
“ | Şayet halkın, onun atalarını aldattıkları gibi O’nu da aldatıp yarı yolda bırakmayacaklarını bilseydim, O’nunla beraber bende savaşırdım. | „ |
Emeviler, derin ilmini ve etki alanının genişliğini gördükleri Ebû Hanîfe'ye kadılık teklif ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Bu teklifi Emevîler'in Irak valisi Ömer bin Hübeyre yapmıştır. Fakat Ebû Hanîfe, bu makamın ne niyetle verildiğini sezmiş ve bu görevi kabul etmemiştir. Bunun üzerine hiddetlenen vali, onu kırbaçlatmıştır. Bu durumdan imamı kırbaçlayan zindancı bile etkilenmiş, bu şekilde devam ederse imamın öleceğini valiye bildirmiştir. Bu zulüm esnasında yanına gelenlere Ebû Hanîfe'nin cevabı şu şekilde olmuştur:
“ | Eğer vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O bir insanın katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Allah’a yemin ederim ki bu mümkün değil! Bu dünyada kırbaç yemek ahirette ceza görmekten daha iyidir. Valinin beni öldürmeye gücü yeter fakat tekliflerini kabul ettirmeye asla! | „ |
Bu olaydan sonra Ebû Hanîfe Kûfe'de kalamayacağını anladığı için Mekke'ye giderek altı yılı aşkın bir süre orada ikamet etti. Bu zaman zarfında kısa sürelerle Kufe'ye gittiği bilinse de bu ziyaretler uzun süreli olmamıştır.
Ebû Hanîfe'nin, Emeviler'in yıkılıp Abbâsîler'in iktidara geldiği zamanlarda Mekke'de olduğu sanılmaktadır. Bu olay üzerine sevincini gizleyememiş ve bu duygularını şöyle ifade etmiştir:
“ | Bu iş (hilafet) Peygamberimiz’in yakınlarına geçerek hak yerini buldu. Bu Allah’ın lutfu ve keremidir. Ey alimler; bunlara yardım etmeye en layık olan sizsiniz! Size istediğiniz kadar ikram ve ihsan var. Halifenize biat ediniz. Biat ahirette sizin için emniyete kavuşmaya vesiledir. Allah’ın huzuruna biatsız çıkarak hüccetsiz ve delilsiz kalmayınız. | „ |
Fakat bu sevinci fazla uzun sürmemiştir. Abbâsî hanedanı da zamanında Emevîler'e destek verdiğini öne sürdüğü alim ve fazıl kişileri katletmeye ve adaletsiz bir yönetim tarzı izlemeye başladılar. Nihayet Muhammed bin Abdullah (Nefs’üz-Zekiyye) ve kardeşi İbrahim, Abbasi halifesine isyan edince, bu isyana Ebû Hanîfe de destek vermiştir. Öyle ki, Ebû Hanîfe halife ordusu komutanı Hasan bin Kahtaba'nın İmam İbrahim üzerine yürümesini engellemiştir. Tabiî ki bu davranışı halife Ebû Câʿfer "el-Mansûr"'un dikkatinden kaçmamıştır. Halife, Ebû Hanîfe'ye fiili bir saldırının onu daha da güçlendireceğini tahmin etmiş ve ona yakınlık göstererek yanına çekmeye çalışmıştır. Bu amaçla Ebû Hanîfe'ye değerli hediyeler göndermiş fakat İmam-ı Azam bu hediyelerin kamu malından alındığını belirterek hepsini reddetmiştir. Yapılan başkadılık teklifini de geri çeviren İmâm-ı ’zam, son olarak Musul halkının isyanını bahane ederek isyancıların katli için fetva isteyen halifeye olumsuz cevap verince halife onu zindana kapatarak kırbaçlatmaya başladı. Yaşı oldukça ilerlemiş olan Ebû Hanîfe, bu eziyete dayanamadı ve bu direnişini daha fazla sürdüremeyerek vefât etti. Bazı kaynaklar, Ebû Hanîfe Nu’man ibn-i Sâbit'in Abbâsî Hâlifesi Ebû Câʿfer "el-Mansûr" tarafından zehirleterek öldürdüğünü de kaydederler.
Halife Mansûr tarafından Kâbe’nin bir benzeri olarak Bağdat’ta “Kubbe’t-ül Adrâ” adında büyük bir kale inşa edilmiş ve halk Kâbe’ye Hac'dan menedilmişti. “İmâm Dâr ül-Hicre” adıyla da tanınan İmâm Mâlik’in bir fetvâsıyla, hilâfetin vaktiyle Alevîler[17] arasında “Nefs’üz-Zekiyye” nâmıyla tanınan Hasan bin Ali’nin oğlu Hasan el-Mu’tenâ’nın torunu Muhammed bin ʿAbd Allâh’a ait olduğu tüm Abbâsî aleyhtarı fırkalara duyurulmuştu. Emevîler’in son günlerinde Medine toplantısında hazır bulunan bütün Ehl-i Beyt’in, ve hattâ Abbâsîler’in dahi biatleriyle hilâfeti kabul edilmiş olan Hasan el-Mu’tenâ’nın torunu olan Muhammed bin bin ʿAbd Allâh’ın lehine İmâm-ı ’zam Ebû Hanîfe Nu’man İbn-i Sâbit[18] te fetvâ vermişti. Bunun üzerine, Abbâsîler tüm şiddetleriyle Alevîler[17] aleyhine harekete geçtiler. H. 145 / M. 763 yılında “Hasan el-Mu’tenâ’nın torunu Muhammed bin ʿAbd Allâh” Medine’de Halife Mansûr’un amcası "İsâ ibn-i Mûsâ" tarafından öldürüldü.[28] Hemen akabinde olayların kanlı bir biçimde gelişmesi ve Abbâsîler’in gittikçe artan zulmü karşısında, Alevîler[17] yeni bir huruç hareketi başlattılar. Nefs’üz-Zekiyye’nin kardeşi “İbrahim bin ʿAbd Allâh” Ehl-i Beyt nâmına hilafeti ele geçirmek amacıyla İmâm-ı ’zam Ebû Hanîfe’nin de fetvâsını alarak, Abbâsîler aleyhine kendi hayatına mâl olan başarısız bir isyân girişiminde bulundu.[29]
Ebû Hanîfe, fıkhı kollara ayırıp her branşın bilgilerini ayrı ayrı toplamış, usuller koymuş, 'Feraiz' ve 'Şurut' (şerait) kitaplarını yazmıştır. Ayrıca sahabenin peygamberden naklen bildirdiği iman, itikad bilgilerini de toplayıp yüzlerce talebesine bildirdi.
Ebû Hanîfe, İslamiyet’i iman, amel ve ahlak esasları olarak tedvin etmiş, sorulara cevaplar vermiş, önce inançta birlik ve beraberliği sağlamış; ibadetlerde, günlük işlerde fıkhının esaslarını ve şeklini tespit etmiştir. Kendisine ikinci hicrî asrın müceddidi unvanı verilmiştir.
Ebû Hanîfe'nin içtihâd ve çalışmalarıyla tedvin ettiği fıkıh (islam hukuku) bilgileri ile oluşturduğu yola “Hanefî Mezhebi” denildi.
Talebelerine verdiği derslerde bir taraftan fıkhın eski hadiselere ait bilinen hükümleri anlatılır ve müzakeresi yapılır, diğer taraftan yeni olaylara ait hükümler kurulurdu. Geçmiş ve yaşanmakta olan hadiselerin hükümleri takrir edilirken, bunlara benzeyen veya aynı cinsten olup da gelecekte vuku bulabilecek hadiselere ait hükümler de araştırılıp bulunurdu. Dolayısıyla İmam'ın derslerinde geçmiş ve yaşanmakta olan meselelerin çözümünden başka geleceğe ait meselelere geçilmiş ve fıkhın küllî (genel) kaideleri tespit edilmiştir.
İlm-i Kelâm mütehassısları yetiştirdi. Başta gelen talebeleri; Ebu Yusuf ismiyle meşhur Yakub bin İbrahim, Muhammed Şeybani (her ikisi İmâmeyn, yani iki imam olarak da anılır), Züfer bin Hüzeyl, Hasan bin Ziyad, oğlu Hammad, Davud-i Tai, Esad bin Amr, Afiyat bin Yezid el-Advi, Kasım bin Ma’an, Ali bin Müshir, Hibban bin Ali gibi âlimlerdir.
Ebû Hanîfe’nin derslerinde çözülen fiilî ve nazarî fıkhî meselelerin sayısının altıyüzbini aştığı rivayet edilir. İmam-ı Matüridi, ondan gelen kelam bilgilerini kitaplaştırmıştır. Yetiştirdiği talebelerin sayısı dört bine ulaşmış olup bunlardan yedi yüz otuzu ilimde iyice yükselmiş, içlerinden kırk kadarı ictihad derecesine çıkmıştır. Bazı yazarların onun derslerinde yetişen talebelerinin isim ve künyelerini, mensup oldukları şehirlerini tespit edip yazmışlardır.
Vikisöz'de Ebu Hanife ile ilgili sözler mevcuttur.